Title: Diapositive 1
1Küçük Marti
"Öykü"
Ziya Levent TOPÇUOGLU
Müzik Richard Clayderman
Lütfen okudukça tiklayiniz
2Ey lebi derya dedi kendi, kendine Levent. Ne
kadar ulu bir mavisin. Ya o binlerce çalkantina
ne demeli, hiç yorulmaz misin?.. Hangi yöne
baksa, ayri bir çirpinisti üstelik durmaksizin.
Siyah numarali günes gözlügünden ufka kisilmis
gözlerle bakarken, göz kenarlarinda beliren kaz
ayaklari, derinlemesine artiyor, kendine yeni
yerler ediniyor gibiydi. Aslinda ne hos bir
gündü. Ailesiyle uzun zamandir hayalini kurdugu
tekne yolculuguna nihayet baslamis, azimle
edindigi kaptanlik brövesini, simdi doyasiya
kanitlamaya, kutlamaya çabaliyordu sanki.
3Teknenin burun kismindaki mini güvertenin
üzerinde, yattigi yerde kipir, kipir hareket eden
ogluna kaydi gözleri. Onun her an yapabilecegi
olasi herhangi bir vukuatla, agzinin tadini
kaçirmak istemezdi. Oguz, babasinin 30 yil
öncesine ait bir kopyaydi fakat Yaramazligi
kimden miras, bilinmiyordu. Rüzgâr nefesini
üfledikçe, yelkenlerin karni nasil da tika basa
doyuyor diye düsündü çocuk akliyla. Kendisi de
üfleyince balonunu sisirebiliyordu, ne vardi
sanki bunda. Ben de Allah baba olsam, ben de
kuvvetle üfleyebilirim diye düsünmüstü seslice..
4Tekneleri suda romantik bir hisirtiyla yol
alirken, besik misali sallanan gövdenin ufacik
güvertesinde, ellerinin arasina aldigi çenesinin
üzerinden etrafini inceler konumundan sikilmis
gibiydi Oguz. Oysa keratanin yattigi o güzelim
kauçuktan yapilma minderin talibi o kadar çoktu
ki, ama gel gör ki, haylazin yarattigi bu her
istedigini elde etme aliskanligini yumusatmak
konusunda, hiç bir ödün vermeyecegi, gözlerden
kaçmiyordu. Aglamasi bir felaketti ve kimse buna
neden olmak istemezdi. O da bu durumu gayet iyi
biliyordu. Yine sikintiyla kivrandigi bu kauçuk
zeminden hafifçe yana döndürdü kendisini.
Bitisigindeki kaptan köskünün dümen üstü seyir
camlarina, bir vesileyle çarparak kurumus olan
tuzlu su zerreciklerinin biraktigi izleri gördü
bakislari..
5Teknenin yorgun gövdesinde gicirdayan rutin
seslerle, diregine çarpan çingirak sarili
halatlarin sesleri birbirine karisinca, aniden
dikkat kesiliverdi. Sirt üstü birakti kendini
mindere. Basi yumak olmus havluya deydiginde
tepelerinde uçan küçük bir marti gurubunu ve
içlerinden bir tanesinin guruptan ayrilisini fark
etti. O bir tanesinin düser gibi tuhafça gelip,
yelken direginin tepesine konusunu izledi zevkle.
Babasina eliyle olayi isaret ederken keyifle
yerinden firlamis, bir o kadar da yüksek tonda
bakin diye bagirmasiyla, birlikte ablasinin ani
tepkisi de beraberinde gelivermisti. -Yeter
artik, kipirdadigin yetmiyormus gibi bari
bagirma, tamam mi?. -Gicik, dedi bu sefer
bagirarak Oguz. Ablasi umursamadi bile, alismisti
onun bu hallerine... Lâfini söylerken babasiyla
o an göz göze gelmis, ellerini yüzüne kapatmisti
bile. Bu onun tüm olaylardan siyrildigini
zannettigi bir andi. Çogu zaman oldugu gibi, yine
katlanamamislardi ablasiyla birbirlerine..
6Yeniden yatti yerine. Bu defa diregin ucundaki
yürür gibi görünen bulutlara bakti uzun, uzun.
Her zaman bir seylere benzetirdi onlari da. Bir
keresinde mahalledeki bakkal Davut amcanin beyaz
sakalli iri yüzünü bile görebilmisti gökyüzünde
ve nasil hayret etmisti. Bir an dogruldu, oturur
gibi yapti. Hiç bir durumda rahat edemezdi zaten.
Yalnizca denizin ortasinda bulunmasi, bir kez
daha ürkütmüs olabilirdi kendisini.
Gezinebilecegi alan o kadar azdi ki, 6 yasindaki
bir hiper aktif için kendini disa vuramamak çok
zordu aslinda. Ablasinin ona göre anlamsiz
hareketlerine kilitlendi daha sonra. Yine ne
komik halleri vardi bu gün. Güneslendigi yerden
verdigi kendine has artistik pozlarla, kamerali
cep telefonundan kendi fotograflarini çekmeye
çalisan Yonca, simdilik bu aliskanligindan pek
kopamayanlardandi.
7Vaktini bir türlü istedigi gibi geçiremezken,
bulunduklari konumda yeterince hat çekmeyen bir
telefonla, hiç kimseyle görüsememesi, en büyük
sorunuydu onun da. Bu yüzden çektigi fotograflara
tekrar, tekrar bakip, bazen dudak büküyor,
begenmeyip yenilerini deniyordu usanmadan. Az
ötede güneslenen anneleri, her zamanki
titizligiyle, havlularin uçusan kenarlarini
sikistirmaya çalisiyor, bir taraftan da yani
kiraz maketiyle süslü hasir sapkasinin denize
uçmamasina çaba sarf ediyordu.
8Marmaristen, Datçaya dogru uzanan
yolculuklarinda, babalarinin acemice
yönetimindeki tekneleri, kiyidan bir hayli açikta
seyir halindeydi. O gün hava oldukça güzel,
rüzgâr ise, tekneyi itecek kadar güçlüydü. Nede
olsa Kaptan unvanina sahip kabul edilen Levent
Kaptanin, Akdeniz den Egeye dogru seyir
macerasi, ona yeni maceralara kosan eski
kâsiflerin tattigi magrur hissi vermisti.
Dümendeki heybeti de görülmeye degerdi hani. Laf
aramizda biraz da kasinti sayilirdi. Zaman akip
giderken yelken direginin ucuna konan o küçük
Martinin hâlâ israrla direge tutunmaya çalisiyor
olmasi, yine hepsinin dikkatini üzerine
çekmisti. Kanadinda belli belirsiz sizan kan
lekesini fark eder etmez yerinden firlayarak
bagiran Oguza, bu defa annesinin sakinlestirici
ve bir o kadar da sempatik olan tepkisi geldi.
Bagirmadan konus güzelim, kusu ürküteceksin...
9Ayni anda hepsinin basi yukariya çevrilmisti
bile. Kusun, sanki çirpinir gibi hareket etmesini
fark etmislerdi. -Zavallida bir tuhaflik var
gibi, yaralimi ne? Diye sordu Meltem. Her
halde birazdan uçar, uzaklasir diye karsilik
verdi Yonca. Hayvanlari çok sever fakat uzak
durmayi da tercih ederdi. Aslinda elini hiç bir
canliya degemezdi. Bu huyunu biraz da annesinden
almisti.
Bir zaman sonra rüzgârin hizinda biraz azalma ve
bazi ters esintiler fark etmislerdi. Teoriye göre
pozisyon almak lâzimdi ama kim yardim edecekti?
Kendisinden baska bu isten az da olsa anlayabilen
yoktu. -Dümene geçer misin? dedi esine.
Sabit konumda tutmani istiyorum canim. Ben
pozisyon aldirmaliyim.
10 Ögrendigi taktikleri denemenin simdi tam sirasi
oldugunu düsündü. Kafasinda yelkeni halatlarindan
elle tutup, çesitli yönlerde çevirmek ve bu
suretle içine yeterli miktarda rüzgârin girmesini
saglayabilmek istiyordu. Eger yakalayabilirse,
belki de yol alabilirlerdi. Bu arada rüzgârin
giderek azalmasi da, inanilir gibi degildi.
Pratik ile teorinin örtüsmedigini bir kez daha
görüyor olmasi, onu rahatsiz etmisti. Ne yapsa
istedigi konuma getiremiyordu yelkenini. Bröve
belgelerini göstererek kiraladigi tekneyi teslim
alirken o kadar kendinden emin ve tecrübe dolu
gözükmüstü ki, is basa düsünce huyu geregi
içindeki basarisizlik hissi, onu çoktan
heyecanlandirmaya baslamisti bile. Aslinda
tekne sahibi, eskiden Ankarada yaninda çalismis
bir elemaniydi ve geçmise hürmeten eski
patronunun tek basina tekneyi kullanma istegine
yüzü tutup ta bir türlü karsi çikamamisti. Iste
bu yüzden kendisi veya bir adamini bizzat
yanlarina dâhil edememisti. Levent bu isin
göründügü gibi olmadigini yavas, yavas kavriyordu
aslinda. Genellikle büyük sorumluluklar, onu her
zaman tedirgin etmisti. Içinden akan o ilik his,
iste yine bunun kaniti gibiydi adeta.
11Bir müddet daha yol alirken kafasini toparlamasi
gerektigini düsündü. Büyük hevesi, basina is mi
açiyordu ne. Içinde yasattigi hayaller arasinda
bunlar hiç yer almamisti. Ortada istedigi
dogrultuda gitmeyen bir seyler var gibiydi. O hep
pembe hayaller kurmus, kendini bu yönde motive
etmis, ötesini düsünmek istememisti bile.
Rüzgârin gittikçe hizini düsürmesiyle birlikte
yavas da olsa isinin iyice arttigini hissetti.
Saatine bakti. Öglen olmustu. Arastirmis, bu
günü özellikle seçmis, ilk deneyimi için en ideal
gün ve saattin bu güne denk geldigi fikrine, yani
hep bu güne hazirlamisti kendisini. Ona göre
rüzgârin orta kuvvette ve aksam saatlerine kadar,
kesintisiz esmesi gerekiyordu. Aniden hiz
kesmesine hâlâ anlam veremiyordu. Ak denizin, Ege
denizi ile kucaklastigi bu yöreye has o
ferahlatan ünlü rüzgârina ne olmustu. Datçalilari
her zaman ihya eden meshur rüzgârdan hiç eser
yoktu simdi. -Mübarek, yalnizca Datça dami
Esersin dedi, hadi essene.. Rüzgârin durdugu
anda günesin kavuran ve acimasiz hâkimiyeti
çoktan baslamisti bile. Canina yandigim, durdu
iste. Bundan sonrasini motorla gidecegiz galiba.
12Kendisini esine en çok ispat etmek istedigi bir
günde, is mi simdi bu diye mirildandi. Tekrar
dile düsmek istemezdi. Zaten bunu kabul
ettirinceye kadar anasindan emdigi süt, burnundan
gelmisti. Bozuntuya vermeden, yine kendinden
emin davranmaya çalisti. Allahtan dalgalarda
yerini sükûnete birakmis, deniz dümdüz uzanan bir
göl kivamini almis gibiydi. Esi, kendisini
zaman, zaman elestirmesine karsilik, aslinda ona
her zaman deger vermis, her kosulda yaninda
kalmayi bilmis, sikintilarina daima ortak olmus
ve asla olaylar karsisinda yalniz birakmamis
hayat arkadasiydi. Onun sevgisi ölünceye kadardi
ve sonsuz bagliligini her firsatta dile
getirirdi. Beyi ne yaparsa, sonunda daima bir
güzelligin ortaya çikacagi inanci tamdi onda.
13Levent, Yelkeninin halatlarindan asilarak yarim
yamalak da olsa kapanmasi için gayret sarf
ederken, öte yandan terden sirilsiklam üzerine
yapismis haliyle gömlegine söyleniyor, alnindan
inip kaslarini asan terinin de gözlerine kadar
ulasmasindan ötürü gözlerinin yanmasina isyan
ediyordu. Aslinda bir denizci için çok önemli
olmayan içinde bulundugu bu durum, nedense
Leventi fazlasiyla etkilemisti. Yelkenin sarma
isi bittikten sonra, baglanmasi isini kizi ve
esine havale ettiginde, kendisi de teknenin
motorunu çalistirmak için marsa basiyordu. Tabi
her denizci kaptanin basina gelen, Leventin de
ilkinde basina geliyor ve yine ilk çaba, motorun
olagan nazina kurban gidiyordu. -Girrr pof
Evet, yine çalismamisti. -Allahim, üf yaa..
Dedi. Hirslanarak tekrar denedi, bir daha, bir
daha.. Sinir olmak içten bile degildi ama belli
etmemeye çalisiyordu.
14Bu durumun, düsüncelerini hep mantik üzerine
kuran esine konusmak için, büyük bir firsat
verdigini biliyordu. Ben söylemedim mi der gibi
bakan alayci elâ gözlerini, nedense kendisinden
kaçirmiyordu bile. Böyle bir yolculugun sanildigi
kadar pratik ve eglenceli olmayacagini, belki de
on defa söylemis, ama bir türlü ikna edememisti
kocasini. Asla oyunbozan olmak istememis,
çocuklarinin yogun baskisi ve Leventin o
kendinden emin, ama yine de kendisine
yakistirdigi kasinti havasina bir an yenik düsmüs
olarak bu duruma geldiklerini ima etmeye
çalisiyordu. Rüzgârin tamamen durdugu ve
sicakligin iyiden iyiye kendisini hissettirmeye
basladigi sirada lütfen çalisan motorlari,
hepsinin nesesini bir anda yerine getirmeye
yetmisti.. Her seye ragmen gün hâlâ çok güzeldi
15Bulundugu konumdan bir türlü ayrilmak bilmeyen
Martiyi seyretmeye gelmisti sira. Ama o hâlâ
garip bir durumda idi. Yeniden bir hamle ile
havalanma çabasi, bir kere daha yetersiz kalmis,
kim bilir kaçinci girisimini denerken son defa
tam tepelerine düser gibi olmustu. Ön güverteye
konmaya çabalarken hepside birer refleksle kenara
çekilivermislerdi. Biraz daha dikkat kesilip
özenle baktiklarinda, onun sol kanadinin,
gövdeyle birlestigi bölgeye üç basli bir olta
ucunun sapli kaldigini, kusun her çirpinisinda
kancanin gögsüne, biraz daha batiyor olmasini
fark ettiler. Zavalli hayvanin çektigi aciyi
içlerinde hissetmisken, Levent beklenen tahminine
baslamisti bile.
16 -Zavalli Marti, sudaki bir baligi avlamak için
dalisa geçtiginde, muhtemelen yine denize atilmis
bu oltaya tesadüfen takilmisa benziyor. Igneye
bagli misinanin kanada dolanmasi da, sanirim
kurtulma isini iyice zora sokmus. Yine de
misinayi koparip havalanabilmeyi basarmis olmali.
Biraz önce hep beraber gördügümüz uçan bir gurup
martinin arasindan gelip de diregimize konmasinin
sebebi bu olmali. Düsünün kuscagiz denize de
konabilirdi, ama aciyla uçamayacagini anladigi
için, iri bir avci baliga av olmamayi, hayvan
akliyla da olsa anlamis olmali. Gerçekten küçük
martinin her hareketinde, çaresizligi rahatça
görülüyordu. Saskinligi yüzünde, bir anda
uslanmisçasina ve hiç sesini çikarmadan
gelismeleri kenardan izleyen yaramaz,
-Baba, ne olur çikar sunu Dedi. -Aslinda onu
kurtarabilirim, tabi beni gagalamazsa diye
cevapladi Levent.
17Herkesin nefesini tuttugu sirada ani bir
hareketle kusu yakalamayi basarmisti. Martidan
çikan o bildik ses, kulaklarini tirmalarken,
koltugunun altina sikistirdigi gövdesinin
uzantisindaki kanadini da sikica kavramaya
çalisti. Kancanin iki ucu birden tüylerinin
arasindan tam gövdesine saplanmisti. Üçüncü uç da
kanat kismina batiyordu. Iyiden iyiye isinmis
havadan bunalmis olmasina ragmen, önce itina ile
dolanmis misinayi kanatçiklarindan kurtardi,
sonrada aci verdigini bile, bile kancayi önce
kanattan, sonra gögsünden yavasça çekip çikarmayi
basardi. Artik hayvan özgürdü ve onun hafif
ritmik çirpinislari, oldukça ferahladigi hissini
veriyordu.
18-Kurtardin hayatim, müthissin.. Dedi esi.
Herkeste belirgin bir gülümseyis vardi simdi.
Oguz bile hareketsiz kalabilmis, yerine çakilmis
gibi nefesini tutmus seyrediyordu. Bu defa kusun
çikardigi ses aileye, adeta bir sükran duygusu
gibiydi. Belli ki her kanat çirpisiyla aci
çekmis ve konabilmek için yer arayan bu kus,
bekli de ilahi bir içgüdüyle teknelerine
siginmis, ya da buradan sifa bulabilecegi
duygusunu hissetmis olabilirdi, kim bilir.
Yarasindan sizan kaninin tertemiz tüylerini
boyamis olmasi, çok da önemli degildi. Nasilsa
yapacagi ilk pike girisiminde, deniz onu bir
sekilde temizleyecekti. Martinin yüksek hizda
çarpan kalbinin atislarini avuçlarinda
hissedebiliyordu artik Levent. Ürkek, titreyen
bir genç kizin heyecani vardi sanki kollarinda.
19-Seni artik birakiyorum güzel kus, bizi
unutma..dedi. Isini basariyla bitirmis babacan
bir tavirla, uçmasi için havaya dogru hafif bir
hamleyle firlattigi Martinin havadaki süzülüsünü
seyrederken ki duydugu haz, anlatilabilir gibi
degildi. Dünyanin en önemli isini basarmisçasina
keyif aldigini hissetti belki de. Sürekli
çikarttigi yüksek desibelli sesiyle tesekkür
etmis olacagi kanaatine varan küçük Oguz da,
kendini toparladi sonunda. El salliyordu
durmadan.. Hepsi için bir ilk ve unutulmaz bir
ani olacakti bu ve yillarca unutamayacaklari
belliydi. -Güle, güle küçük marti. Bundan sonra
adin Özgür olsun Dedi el sallayarak
Yonca. Küçük marti üzerlerinde daireler çizerek
uçmaya devam etti. Annesinin yanindan ayrilmayan
bir yavru gibiydi. Üzerlerinde uçtu, durdu.
Bu olay, asla alisilmis bir durum olamazdi.
20Hepsi keyifle bu mükemmel anin güzelligini
yasarken, -Sekerim halâ Datçaya gitmekte
israrli misin, diye soruverdi Meltem. Alisilmis
artistik bakislarini bir kez daha yenileyen
Levent, yolun henüz üçte birlik mesafesine bu
kadar geç ulasmakla, muhtemel baska aksiliklere
gebe kalmak istemiyordu. Isin gerçegi belki de,
bu gün daha ileriye gitmeyi hiç ama hiç göze
alamiyordu. Hevesini, bu kadarla da olsa çoktan
almisti. -Bu kadari yeter canim, geri dönmek en
güzeli galiba diye cevapladi. Dümen kirip,
motora tam yol verdiginde, digerlerinin de ona
belli etmek istemedikleri gerginlikleri, çoktan
sona erivermisti. Meltem, bir oh çekti. Çocuklar
da oldukça mutluydu. Bu sicakta, bu kadar
ilerleyis yetmisti onlara. Kiyiya bir an evvel
varmak, denize söyle bir baliklama atlamak ve bir
gölgeye yatabilmek tek istedikleriydi. Her
gerçegin bir sebebe dayandigini düsünen Levent,
aksiliklerin geride kalmasi dilegiyle -Bekle
bizi Marmaris diye haykirdi, -Yippii, diye
bagirdi küçük Oguz.
21Limana vardiklarinda, küçük martinin hâlâ onlara
yakin uçmaya çalismasi gözlerinin yaslanmasina
neden olmus tu Meltemin. Gözlügünü çikartti,
parmaklarinin ucuyla hafifçe gözlerine dolan
yaslari silerek, -Yine unutulmazi yasattin, sag
ol Diyebildi...
4
Eylül 2008 Ankara,
Z. Levent
TOPÇUOGLU